Urfa Eskort Zehra

Urfa gecesi, Balıklıgöl’ün kıyısında titreyen kandillerle başlar; taş avlular gün boyu soludukları kavruk kırmızı biber tozunu loş havaya bırakır. Surların karanlık kemerleri, Göbeklitepe’nin kadim sütunlarının kopyası gibi suskun durur. Tam bu yanık kırmızılı sessizlik içinde, Kafkas buzullu rüzgârını geride bırakıp Mezopotamya’nın lavlı toprağına konmuş bir kadın yürür: Urfa Eskort Zehra. Kahverengi saçlarında isot tozunun cılız kızılı parıldar; bal rengi bakışları, Harran Ovası’na damlayan turuncu ay ışığını saklar.

Zehra’yı ilk Gümrük Hanı’nın kemerli avlusunda görürsün. Bir elinde sıcak mırranın siyah köpüğü, öteki avucunda Balıklıgöl’den alınmış soğuk taş… “Taş ateşi saklar, kahve dumanı uyandırır,” der; yumuşak Arapça “z” hecesi, bakırcı çekiçlerinin suskun gölgelerine ince bir yankı ekler. Urfa Eskort kelimelerini telaffuz etmez; fakat dudak kıyısındaki ince gamze, yaşayan bir mühür gibi davetini bırakır.

Beraber çıktığınız yürüyüş, Kızılkoyun Nekropolü’nden süzülen toprak kokusunun arasına düşer. Zehra avucuna biraz isot tozu alıp bileğine bastırır; biberin keskin yağı cildinde anında ısınır. Parmak uçlarının kısa teması, kılcal damarlarında saklı volkanı uyandırır. “İsot zift gibi karanlıktır, ama ateş kavrulduğunda kızarır,” diye fısıldar. O an anlarsın: Urfa Eskort  Zehra, biberin içindeki gölgeli yakutu tenine mühürlemeye geliyor.

Kale yamacındaki taş konağa girdiğinizde tek ışık, bakır kandilin nar kırmızısı yalımıdır. Zehra ipek feracesini omzundan indirir; göğsüne düşen ilk ter damlası, susamlı kadayıf şerbetinin karamel rengine döner. Dudaklarını boynuna kondurduğunda mahlep kokulu mırra ve isotun yanık rayihası aynı anda patlar. Urfa Eskort  Zehra’nın kokusu, sıcak pekmezle kavrulmuş biber çekirdeklerinin dumanını taş duvarlara çiviler.

Ritmini sıra gecesinin def vuruşuna bağlar: önce ağır, tok… Parmak uçları kürek kemiğinde hilâl hilâl isot serpintisi çizer; avucu bel çukurunda Balıklıgöl’ün serin suyu için gizli kanal açar. Sonra def hızlanır, biber kokusu tavana dolar. Tırnak izleri göğsünde bazalt kıymıkları gibi kızarır; her “ruhî” (ruhum) hecesi, kalbini Urfa kalesinin burçlarına bağlar. Gövden, üzüm şırasıyla terlerken Zehra geri çekilir, bakır fincandaki mırrayı dudaklarına götürür; sıcak katran tadını dudaklarında sana sunar—kapkara yoğunluk, tenindeki kızıllığı daha da alevlendirir.

Gece yarısı seni konağın düz damına çıkarır. Aşağıda Harran Ovası’na çöken sis, ay ışığında süt renginde dalgalanır. Zehra saçlarını savurup “Gece biber kararıdır, ateş onun kalbidir,” der. Avucuna aldığı iri tuz kristallerini isot yağına batırıp göğsüne serper; kristaller cildinde erir, tek tek çakmaktaşına dönüşür. Tam o anda “Urfa Eskort” kelimesi dudaklarından buharla yükselir; Kale burçları yankıyı tutup şehre geri yansıtır.

Şafak, Göbeklitepe’nin taş halkalarına gül pembesi serperek doğar. Zehra feracesini omzuna alır; başucuna küçük bakır kutu içinde isot tozu ve minik bazalt parçası bırakır. “Biberi üfle, taş kızarır,” notu düşer. Kapı kapanır; odada hâlâ mırra buharı, yanık biber ve pekmez kokusu döner. Gün boyu çarşıda kavrulan her fıstık, kulağında Zehra’nın “ateş karanlıkta kızarır” fısıltısını çınlatır— çünkü isot yakutunun saklı kıvılcımı artık damarlarında yanar.

Leave a Reply